Ilımlı İslam
radikal İslam tartışması şu günlerde pek de gündemde olmayan bir konu. Ancak
unutmamak gerekir ki ılımlı İslam projesi halen yürürlükte olan ve İslam’ın
özünü bozmaya devam eden bir proje. Peki nedir bu ılımlı İslam projesi ve
ortaya çıkmasına neden olan etkenler nelerdir ?
Ilımlı İslam
kısaca İslam ülkelerinde radikal İslami hareketlerle ilişkili istikrarsızlık ve
bunun getireceği siyasi sonuçların, Amerikan ve batı karşıtlığı hareketlerine,
güvenlik zaafiyetlerine ve olası menfaat kayıplarına sebep olmasının önüne
geçmek için ABD düşünce kuruluşlarında geliştirilen modernist, Protestan İslam
yorumudur (1). Peki ABD ‘yi böyle bir proje üretmeye iten süreç nedir?
Bu sorunun
cevabını verebilmek için 2. Dünya savaşı sonrasında yaşanan gelişmelere kısaca
değinmek gerekir. Bilindiği gibi 2. Dünya savaşı sonrasında dünya iki kutuplu
bir hal almıştır. Bir tarafta ABD, diğer tarafta da SSBC. Yine bilindiği gibi o
dönemde Orta Asya ülkeleri Sovyetler birliğinin kontrolü altındaydı ve Orta
Doğu da aynı şekilde Sovyetler tehdidi altındaydı. Doğal olarak Amerika bu tarz
tehditleri engellemek için, yani kendi çıkarlarını korumak için elindeki tüm
imkanları kullandı. Ve o dönemde en etkili politikası ise radikal dediği İslami
grupları SSBC’ ye karşı desteklemek ve onlara gerekli yardımı yapmaktı. Örneğin Afganistan’da el-Kaide örgütünü kuran
ve Sovyetler birliğine karşı savaşması için destek veren üstelik lideri olan
Usame Bin Ladin’i özel olarak eğiten Amerikadır. Bu, yalnızca İslam
coğrafyasından küçük bir örnektir. İslam coğrafyası bunun gibi onlarca örnekle
doludur. Saddam, Kaddafi, Hafız Esed, Hüsnü Mübarek ve diğerleri. Amerika yeri geldiğinde devletlere
yeri geldiğinde de İslami gruplara her türlü yardımı yapmış ve başta Sovyetler
birliği olmak üzere kendi çıkarlarını tehdit eden bütün unsurlara karşı
kullanmıştır.
Ancak soğuk
savaşın sona ermesiyle yani SSBC’ nin yıkılmasıyla bu İslami gruplar
Amerika’nın başına bela oldu. Çünkü artık kendilerine baskı yapacak Sovyetler
yoktu ve Amerika, Sovyetlerin yıkılmasıyla bu gruplara ihtiyaç kalmadığından
eski desteği vermiyordu. Böylesi bir ortamda iki çeşit gruplaşma ortaya çıktı.
Birincisi Amerika ile müttefik olan ülke ve gruplar ikincisi Amerika’ya muhalif
ülke ve gruplar.Bizi ilgilendiren kısım muhalif olan gruplar. Bu grupların
hedefi Amerikan tehdidini kendi coğrafyalarından yok etmek ve İslami bir düzen
kurmaktı. Doğal olarak Amerika bu tehdidi yok etmek için elinden geleni
yapacaktı. Çünkü böylesi bir durumun gerçekleşmesi öncelikle Amerika’nın
Ortadoğu’da bulunan sömürgelerini kaybetme tehlikesini doğuracak uzun vadede
ise Sovyetler birliğinden kurtulmuş olan Orta Asya devletleri ile olan ilişkilerini
tehlikeye düşürecekti. Bu durumda hem
sahip olduğu enerji kaynaklarını kaybedecek, hem de ele geçirme potansiyeline
sahip olduğu Orta Asya’nın bakir enerji kaynaklarına elveda demek zorunda
kalacaktı. İşte bu yüzden ABD kendi silahı tarafından vurulmamak için bir
zamanlar desteklediği radikal olarak
nitelendirdiği İslami grupları revize etmenin gayreti içine girdi. Bu sayede
İslam devlet düzeninin kurulmasına engel olabilecek ve kendi emellerine ulaşmak
için etkinliklerine devam edebilecekti. Bu gayeyle birçok Müslüman devlete
operasyonlar düzenledi ve anti Amerikan gruplarla uzun süre mücadele etti.
Ancak bu
operasyonlar tek başına yeterli değildi. Çünkü her ne kadar radikal olarak
isimlendirdiği İslami grupların birçoğunu zayıflatmayı başardıysa da tam
anlamıyla yok edemedi. Üstelik Müslüman
halk halen İslami bir düzen kurabilme ülküsündeydi. Ve bu da yine Amerika için
potansiyel bir tehditti . İşte bu sebeple ABD yaptığı operasyonların yanında
kültürel anlamda da bazı operasyonlar başlattı. Bunların içindeyse bir proje
var ki Müslüman halkı bu ülküsünden uzaklaştıracak ve ABD’nin istediği şekilde
yön almasını sağlayacak bir projeydi. Bu projenin adı Ilımlı İslam projesi.
Projeyi ortaya atan ABD’nin bir düşünce kuruluşu olan Rand düşünce kuruluşudur.
Projenin ana teması; ABD , diğer sanayileşmiş batılı devletler ve sistemin geri
kalanı ile uyumlu, ekonomik olarak güvenilir, siyasi olarak istikrarlı ve
milletlerarası kurallara ve normlara riayet eden bir İslam dünyası
oluşturmaktır (2). Yani kısaca ABD’nin çıkarlarını tehdit etmeyen, sistemin bir
parçası olan İslam dünyası arzu ediliyor.
Sistemin bir
parçası olmak derken sanırım burada küreselleşmeye de bir parça değinmek
konunun daha derinlemesine analiz edilmesine olanak tanıyacaktır. Ancak salt
küreselleşme bağlamında değil emperyalizm ve küreselleşme etkileşimi bağlamında
konuya yaklaşmak daha aydınlatıcı olacaktır. Bilindiği üzere emperyalizm zaman
içinde evrim geçirmiş ve eski askeri yapısını büyük ölçüde değiştirmiştir.
Eskiden sömürülmek istenen bir ülkeye askeri müdahale şarttı. Ancak günümüzde
askeri müdahaleler daha çok karşı tarafa göz dağı vermek ve caydırmak amacıyla
kullanılıyor. Bunun yerine küreselleşme adı altında bir sistem kuruldu. Küreselleşme, kısaca kapitalist düzen açısından batının
ulusal kabına sığmadığı ve dünyaya yayılmak istediği durumdur (3). Batının bunu
yapmasındaki en büyük nedeni ise ekonomik düzenini kapitalist sistem üzerine
kurması ve kapitalizmin de krizler sistemi olması. Yeni yatırımların ve
fırsatların olmayışı kapitalist sistemi tıkayıp krize girmesine neden oluyor.
Doğal olarak gelişmiş ülkeler yatırım yapacak yeni Pazar arayışına giriyor.
Sürecin işleme mantığı bu şekilde ve eskiden beri böyle işlemesine rağmen
küreselleşme olgusu 1980’lerde ortaya çıktı. Çünkü eskiden başka ülkelere
yatırım yapmak gümrük duvarları ve hükümetlerin izlediği korumacı politikalar
yüzünden oldukça masraflıydı. Ancak 80’lerden sonra yapılan ticari anlaşmalar
sayesinde gümrük duvarları gibi masraf kalemi unsurlar eskisi kadar maliyetli
olmaktan çıkmış gelişen teknoloji sayesinde ise finans akışı hızlanmıştır. Küreselleşme
bu gelişmeler sayesinde ortaya çıkmış ve bu günlere kadar süregelmiştir. Bu,
küreselleşmenin ortaya çıkma süreci. Şimdi bir de emperyalizmin bu sisteme
nasıl ayak uydurduğuna bakalım.
Askeri müdahalelerin
eski önemini kaybetmesi ve küreselleşmenin ortaya çıkması yeni emperyalist
sistemin de ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu yeni sistemin anlaşılması için
şu alıntı gayet manidardır. “… Ancak
ABD doğrudan sömürgeciliğe pek yanaşmadı. Dünyada emperyalizm artık bir
piramide benziyordu. ABD, emperyalist piramidin tepesindeki güçtü, ama
piramidin altında da emperyalist güçler vardı. Daha küçük güçler daha büyük
güçlere bağımlıydı ve her emperyalist kendi sermaye sınıfının çıkarına göre
hareket ediyordu. Bağımsızlıklarını kazanmış eski sömürgeler ve ana güç
merkezlerinin dışında kalan ülkeler de "alt emperyalistler" olarak
piramitte yerlerini almışlardı. Buna örnek olarak Türkiye, Pakistan, Hindistan,
Mısır gibi ülkeleri verebiliriz. Bu ülkeler gerçek anlamda bağımsızdır, yani
sömürge veya yarı sömürge değillerdir, ve emperyalist hiyerarşinin birer
parçası olarak çıkar sağlamaya çalışırlar.” (4). Sistemin bu şekilde
işlediğini anlamak Ilımlı İslam projesine yeni bir perspektiften bakmamızı
sağlıyor. Görüldüğü gibi emperyalizm küreselleşmeye ayak uydurmuş ve
Amerika kurulan bu sistemin tepesine
oturmuştur. Ilımlı İslam projesiyle de Müslüman devletleri bu piramidin altına
yerleştirip üsttekilerin daha fazla sömürmesini amaçlamaktadır.
Sonuç olarak ikinci dünya savaşı sonrasında yaşanan
gelişmelerin yanında bu olgularla açıklayabileceğimiz Ilımlı İslam projesi, ABD ve diğer gelişmiş batılı devletlerin kendi
sermayedar sınıfının çıkarları açısından son derece hayati bir öneme sahiptir. Bu
ve bunun gibi işlenen projeler sayesinde kapitalist emperyalist Batı her geçen
gün dünyaya daha çok yayılıyor ve daha fazla sömürüyor. Bunu yaparken yeri
geldiğinde insanların dini ve kültürel hassasiyetlerini kullanıyor yeri
geldiğinde ise bu hassasiyetleri kendi çıkarları doğrultusunda yozlaştırıp
bozuyor. Bu sistemin bir sonu var mı bilinmez ama varsa da yakın bir tarihte
son bulacak gibi durmuyor.
Değişen Dünya ve Türkiye’nin dış Politika Gündemi (Murat
Metinsoy-Mustafa Eroğlu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder